Richard Dawkins - Gerçeğin Büyüsü
01. Gerçek nedir?
Büyü nedir?
Gerçek, var olan her şeydir. Kulağa çok basit geliyor değil
mi? Aslında o kadar basit değil. Çeşitli pürüzler var. Mesela bir zamanlar var
olan ama artık olmayan dinozorlar ne olacak? Peki ya ışıkları bize ulaşıp da
onları görebildiğimizde kendileri sönüp gitmiş olabilecek kadar uzaktaki
yıldızlara ne demeli?
Dinozor ve yıldızlara birazdan geleceğiz. Bırakalım geçmişi,
bugün bile bir şeyin var olduğunu nasıl biliyoruz ki? Yani tamam, beş duyu organımız
(görme, koklama, dokunma, duyma ve tatma) pek çok şeyin gerçek olduğu konusunda
bizi ikna etmede oldukça iyi iş çıkarıyorlar: kayalar ve develer, yeni biçilmiş
çim ve taze dövülmüş kahve, zımpara kâğıdı ve kadife, şelaleler ve kapı
zilleri, şeker ve tuz. Ama sadece beş duyumuzdan biriyle tespit edebildiğimiz
şeylere mi “gerçek” diyeceğiz?
Ya çıplak gözle görülemeyecek kadar uzaktaki bir galaksi? Ya
güçlü bir mikroskop olmaksızın görülemeyecek kadar küçük bir bakteri? Onları
göremediğimiz için var olmadıklarını mı söylemeliyiz? Hayır. Elbette
duyularımızı özel araçların kullanımı yoluyla iyileştirmemiz mümkün; galaksi
için teleskoplar, bakteriler için mikroskoplar kullanabiliriz. Teleskopların ve
mikroskopların nasıl çalıştıklarını bildiğimiz için, onları duyularımızın (bu örnekte
görme duyusunun) erişimini arttırmak için kullanabiliriz. Böylece, bu aletlerin
görmemizi sağladığı şeyler, bizi galaksilerin ve bakterilerin var olduğuna ikna
eder.
Peki ya radyo dalgaları? Onlar var mı? Ne gözlerimiz, ne de
kulaklarımız onları tespit edebilir, ancak yine televizyon gibi özel araçlar
radyo dalgalarını, görebileceğimiz ve duyabileceğimiz sinyallere dönüştürürler.
Böylece, radyo dalgalarını göremesek ya da duyamasak da gerçekliğin bir parçası
olduklarını biliriz. Teleskop ve mikroskoplarda olduğu gibi, radyo ve
televizyonların da nasıl çalıştıklarını biliyoruz. Bu aletler bize, var olanı görüntülemede
yardımcı oluyorlar: yani gerçek dünyayı, gerçekliği... Radyo teleskoplarının
(ve X-ışını teleskoplarının) bizlere yıldızları ve galaksileri farklı bir
gözden sunması da gerçeklik algımızı genişletmenin bir başka yolu.
Dinozorlara geri dönersek, bir zamanlar Dünyada gezindiklerini
nereden biliyoruz? Onları hiç görmedik ya da duymadık ya da onlardan koşarak
kaçmak zorunda kalmadık. Ne yazık ki dinozorları bize doğrudan gösterebilecek
bir zaman makinemiz de yok. Ancak burada da duyularımızın farklı türde bir
yardımcısı yani fosillerimiz var ve onları çıplak gözle görebiliyoruz. Fosiller
koşup zıplamaz ama fosillerin nasıl oluştuklarını anladığımız için bize milyonlarca
yıl önce olup bitenler hakkında bir şeyler söyleyebilirler. İçinde çözünmüş
halde mineraller bulunan suyun, taş ve çamur katmanları arasında gömülü ölü
bedenlerin içine nasıl sızdığını anlıyoruz. Minerallerin suyun dışına
çıktığında nasıl kristalize olduğunu ve atom atom ölü bedendeki maddelerin
yerini alırken taşa orijinal hayvanın biçiminin izini nasıl bıraktığını
anlıyoruz. Dolayısıyla dinozorları duyularımızla doğrudan göremesek de, onların
bir zamanlar var olduklarını, bize duyularımız aracılığıyla ulaşan dolaylı
kanıtlar sayesinde çıkarabiliyoruz: antik yaşamın taşsal izlerini görüp, onlara
dokunuyoruz.
Bir anlamda teleskoplar bir tur zaman makinesi olarak çalışabilirler.
Herhangi bir şeye baktığımızda gördüğümüz şey aslında ışıktır ve ışığın yol kat
etmesi zaman alır. Bir arkadaşınızın yüzüne baktığınızda bile aslında onun
geçmişteki halini görürsünüz çünkü ışığın arkadaşınızın yüzünden sizin gözünüze
gelmesi saniyenin çok küçük bir kısmı kadar zaman alır. Ses ise çok daha yavaş
hareket eder, işte bu yüzden çakan şimşeğin görüntüsü, gök gürültüsünden açık
arayla daha erken gelir. Uzakta ağaç kesen bir adamı izlediğinizde, baltanın
ağaca vururken çıkardığı seste tuhaf bir gecikme olduğunu hissedersiniz.
Işık o kadar hızlı hareket eder ki, doğal olarak gördüğümüz
her şeyin o an gerçekleştiğini düşünürüz. Ama yıldızlar için durum farklıdır.
Güneş bile sekiz ışık dakikası uzaklıktadır. Eğer Güneş patlayacak olsaydı, bu
yıkıcı olayın bizim gerçekliğimizin bir parçası olması için sekiz dakika geçmesi
gerekirdi ve bu olay bizim sonumuz olurdu! Güneşten sonraki en yakın yıldız olan
Proxima Centauri’ye 2012 yılında bakacak olursanız gördükleriniz 2008’de gerçekleşmiş
olan şeylerdir. Galaksiler çok büyük yıldız kümeleridir. Bizler Samanyolu adlı galaksideyiz.
Samanyolu’nun kapı komşusu Andromeda Galaksisine bakacak olduğunuzda
teleskopunuz sizi iki buçuk milyon yıl geriye götüren bir zaman makinesi olur.
Stephan’ın Beşlisi adı verilen ve Hubble teleskopuyla gözlemleyebildiğimiz, beş
galaksilik bir küme var; bu kümeler nefes kesici bir şekilde birbiriyle çarpışıyorlar.
Ama gördüğümüz çarpışma aslında 280 milyon yıl öncesine aittir. O çarpışan
galaksilerde, bizleri görebilecek kadar güçlü bir teleskopla bakan uzaylılar
varsa, şu anda gördükleri şey dinozorların atalarıdır.
Uzayda gerçekten uzaylılar var mı? Onları hiç görmedik ya da
duymadık. Onlar da gerçekliğin bir parçası mı? Kimse bilmiyor; ama eğer varlarsa
bunun göstergesi olabilecek şeylerin ne gibi şeyler olacağını biliyoruz. Eğer
bir uzaylının yakınına yaklaşacak olursak, duyu organlarımız bize bir uzaylıyla
karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilir. Kim bilir belki de bir gün, birileri
diğer gezegenlerdeki yaşamı buradan tespit edebileceğimiz kadar güçlü bir teleskop
icat edecek. Ya da belki de radyo teleskoplarımız ancak uzaylı zekâsının ürünü olabilecek
mesajlar yakalayacak. Gerçeklik sadece şu anda bildiklerimizden ibaret değil. Henüz
bilmediğimiz ve gelecekteki bir zamana kadar, belki de beş duyumuza yardımcı
olabilecek daha iyi araçlar geliştirene kadar bilemeyeceğimiz şeyleri de kapsar.
Atomlar her zaman varlardı, ancak onların varlığından emin
olmamız görece yeni bir şey ve öyle görünüyor ki bizim torunlarımız da bizim
şuanda bilmediğimiz birçok şeyi bilecekler. Bilimin mucizesi ve keyfi de yeni
şeyleri ortaya çıkarmaya durmaksızın devam etmesindedir. Bu bizim herhangi
birinin uydurduğu herhangi bir şeye inanmamız gerektiği anlamına gelmez: hayal
edebileceğimiz ama gerçek olması hiç de olası olmayan milyonlarca şey vardır:
periler ve gulyabaniler, sihirli lamba cinleri ve tek gözlü devler. Her zaman
açık fikirli olmalıyız, ama bir şeyin var olduğuna inanmanın geçerli tek
nedeni, onun var olduğuna dair gerçek kanıtların bulunmasıdır.
Richard Dawkins - Gerçeğin Büyüsü
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.