Clarissa P. Estés - Kurtlarla Koşan Kadınlar
GÜNAH - YİYİCİLER
Mavisakal, parçalanma ve yeniden birleşme üzerine baştan
sona “etkileyici” bir öyküdür. Öykünün son sahnesinde Mavisakal’ın cesedi leş
yiyicilerin - akbabalar, şahinler, karabataklar - alıp götürmesi için bırakılır.
Burada çok garip ve mistik bir son görüyoruz. Antikçağlarda günah-yiyici denen
ruhlar vardı. Bunlar; hayalet, kuş, hayvan, bazen de insan olarak kişileştirilir,
insanların zor bir hayatın tortusundan ya da iyi yaşanmamış bir hayattan
temizlenip kurtulabilmesi için, biraz günah keçisine benzer şekilde, günahları,
yani toplumun psişik atıklarını üstlenirlerdi.
Ölü bulucusunun, ölülerin kemikleri üstüne şarkı söyleyerek
onları hayata geri getirenin vahşi doğanın nasıl bir örneği olduğunu görmüştük.
Bu Hayat / Ölüm / Hayat doğası, kadınların içgüdüsel doğasının temel bir
özelliğidir. Aynı şekilde, İskandinav mitolojisinde günah-yiyiciler aynı
zamanda leş yiyicilerdir; ölüleri yutar, karınlarında muhafaza eder ve Hel’e
[cehenneme] taşırlar. Hel bir yer değil, kişidir; hayatın ve ölümün
tanrıçasıdır. Ölülere geçmişe doğru nasıl yaşanacağını gösterir. Ölüler yeniden
doğup hayata tekrar salınmaya hazır olana kadar giderek gençleşirler.
Günahların ve günahkârların bu şekilde yenmesi, ardından
karında muhafaza edilip bir kez daha hayata salınması, psişenin en temel
boyutlarına yönelik bir bireyleşme sürecini oluşturur. Bu anlamda, enerjinin,
psişenin yok edici unsurlarından bunların öldürülmesi, deyim yerindeyse,
güçlerinin boşaltılması yoluyla çekilmesi doğru ve uygundur. Bu dönüşüm sonunda
ve ümit edilir ki, daha az kavgacı bir durumda yeniden ortaya çıkarak
merhametli Hayat / Ölüm / Hayat Anası’na geri dönebilirler.
Bu masalı inceleyen birçok düşünür, Mavisakal’ın iflah
olmaz, günahlarından arındırılmayan bir gücü temsil ettiği kanısındadır. Ama ben, psişenin bu boyutunda başka bir zemin
bulunduğunu seziyorum - elbette, kitlesel katliam yapan biri Bay Mülayim’e
dönüşmese de, bir tımarhaneye konulması gereken biri haline gelir; ağaçların,
gökyüzünün, uygun bir beslenmenin, belki dinlendirici bir müziğin olduğu bir
yere; psişenin eziyet ve hakaret göreceği bir arka koğuşuna sürgün edilmez.
Öte yandan, aşikâr ve iflah olmaz kötülük gibi bir şeyin
olmadığını anlatmak istediğim sanılmasın, çünkü vardır. Eskiden beri varlığını
sürdüren mistik bir anlayışa göre, insanlığın gösterdiği her bireyleşme
gayreti, tüm insanların ortak bilinçdışındaki, yani yok edicinin oturduğu
yerdeki karanlığı da değiştirir. Jung bir keresinde, insanlar bilinçlendikçe,
Tanrı’nın da daha bilinçli hale geldiğini söylemişti. İnsanların, kendi kişisel
iblislerini gün ışığına çıkmaya zorladıklarında, Tanrı’nın karanlık yanına da ışık tuttuklarını
düşünüyordu.
Tüm bunların nasıl işlediğini bilmek iddiasında değilim, ama
arketipsel kalıpları izlersek şöyle bir şey ortaya çıkıp çalışmaya başlar: Psişenin
yok edicisine sövmek ya da ondan kaçarak uzaklaşmak yerine, onu parçalarız.
Bunu ruhsal hayatımızla ve özel olarak da kendimize verdiğimiz değerle ilgili
ihtilaflı düşüncelere izin vermeyerek yaparız. Haset ve kötülük dolu düşünceler
herhangi bir zarar verecek büyüklüğe erişmeden önce, onları yakalar ve zararsız
hale getiririz.
Yok edicinin küçültücü eleştirilerinin karşısına kendi
besleyici gerçeklerimizi koyarak onu silahsızlandırırız. Yok edici, “Hiçbir
zaman başladığın bir şeyi bitirmiyorsun,” der. Siz de, “Pek çok şeyi
bitiriyorum,” dersiniz. Doğal yok edicinin saldırılarını, onun söylediklerinde
gerçek olan şeyleri ciddiye alıp üzerinde çalışarak ve geri kalanı ise
ıskartaya çıkararak zararsız hale getiririz.
Yok ediciyi sezgilerimizi ve içgüdülerimizi koruyarak ve
onun ayartmalarına direnerek zararsız hale getiririz. Düşkırıklığına
uğradığımız, eziyetler karşısında güçsüz kaldığımız, dondurucu soğuk ve ayak
sesleriyle dolu bir fantezi yaşadığımız zamanları hatırlayıp hayatımızda
şimdiye kadar meydana gelen tüm kayıplarımızı sıralasaydık, bunların,
psişemizdeki incinebilir yerler olduğunu anlardık. Yok edici, tek amacının sizi
mahzene sürükleyip kendisine kan nakli yaparcasına enerjinizi emmek olduğunu
gizlemek için, bu arzu dolu ve ayrıcalıksız kısımları cezbeder.
Mavisakal öyküsünün sonunda, kemik ve kıkırdakları yırtıcı
kuşlara bırakılır. Bu, yok edicinin dönüşümüne dair bize güçlü bir içgörü
kazandırır. Bir kadının Mavisakalvari bir yolculuktaki son görevi budur:
Hayat / Ölüm / Hayat doğasının yok ediciyi parçalamasına,
onu içinde kuluçkaya yatırması, dönüştürmesi ve hayata tekrar salması için
kapıp götürmesine izin vermek.
Yok ediciyi avutmayı reddettiğimizde, gücünün posası çıkar
ve biz olmadan hareket edemez. Aslında onu, psişenin bütün yaratılışın henüz
tam olarak biçimlenmediği katına doğru sürükleriz ve bir biçim, dolduracağı
daha iyi bir biçim bulana kadar o eterli çorbada kaynamasına izin veririz. Yok
edicinin psişik energum’u teslim alındığında, başka bazı amaçlar için biçimlendirilebilir.
O zaman yaratıcı oluruz; parçalarına ayrılan işlenmemiş öz, kendi yaratımızın
temel malzemesi olur.
Kadınlar, yok ediciden işlerine yarayanları alıp kalanı
bırakarak onun hakkından geldikçe yoğunluk, canlılık ve dürtüyle dolduklarını
görürler. Kendilerinden çalınan dinçlik ve sağlamlığı, yok ediciden geri almış
olurlar. Yok edicinin enerjisini alıp onu yararlı bir şeye çevirmek şu
şekillerde anlaşılabilir: Yok edicinin öfkesi, yeryüzündeki büyük bir işi
başarmak için ruhsal bir ateşe çevrilebilir. Yok edicinin kurnazlıktaki
ustalığı, olguları belli bir uzaklıktan gözleyip anlamak için kullanılabilir.
Yok edicinin öldürücü doğası, bir kadının hayatında aslında ölmesi gereken ya
da dışarıdaki hayatında ölmesini gerektiren şeyleri - bunlar farklı zamanlarda
farklı şeylerdir - öldürmek için kullanılabilir. Kadınlar, genellikle bunların
tam olarak neler olduğunu bilir.
Mavisakal’ın parçalarını dönüştürmek, ölümcül itüzümünün
tıbbi kısımlarını ya da zehirli güzelavratotunun iyileştirici öğelerini alıp bu
malzemeleri dikkatli bir şekilde şifa vermek ve çare bulmak için kullanmaya
benzer. O zaman, yok edicinin külünden kalanlar elbette tekrar yeryüzüne
çıkacaktır, ama bu kez çok daha küçük, çok daha tanınabilir bir biçimde ve
kandırma ile yok etme gücü çok daha zayıf olarak - çünkü onun yıkıcı bir
şekilde kullandığı güçlerinin büyük bir kısmını alıp yararlı ve amaçlarımıza
uygun kılmışızdır.
Mavisakal, yaş olarak olmasa bile zihinlerinin bazı kısımları
bakımından genç olan kadınlar açısından önemli olduğuna inandığım eğitici
birkaç masaldan biridir. Psişik saflık üzerine bir masaldır, ama “bakma”nın
karşısındaki yasaklamalarda da büyük gedikler açar. Psişenin doğal yok
edicisinin en sonunda yere serilerek teslim alınması üzerine bir masaldır.
Öykünün, içsel hayatı tekrar harekete geçirmeyi amaçladığına
inanıyorum. Mavisakal öyküsü bir kadının içsel hayatının ürkütüldüğü,
kıstırıldığı veya çıkmaza sokulduğu yerde özellikle başvurulacak, önemli bir ilaçtır.
Öykünün getirdiği çözümler korkuyu azaltır, tam zamanında adrenalin dozları
açığa çıkarır ve en önemlisi, esir düşen safdil benlik için, daha önce bomboş
olan duvarlarda kapılar açar.
Mavisakal öyküsü belki de en temel olarak psişik anahtarı,
yani, insanın kendisine, ailesine, uğraşlarına ve hayatın her yönüne ilişkin
tüm soruları sorma yeteneğini bilince çıkarır. O zaman kadın her şeyi yoklayan,
bir şeyin ne olduğunu bulmak için her yere burnunu sokan vahşi yaratıklar gibi,
en derin ve en karanlık sorularına, doğru yanıtlar bulmakta özgürdür. Ona
saldıranın güçlerini söküp almakta ve bir zamanlar kendisine karşı kullanılmış
olan bu güçleri tersine çevirerek kendisi için en uygun ve yararlı şekillerde
kullanmakta özgürdür. İşte Vahşi Kadın budur.
Clarissa P. Estés - Kurtlarla Koşan Kadınlar
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.