Nigel Warburton - Felsefenin Kısa Tarihi
4. BÖLÜM
Bahçe Yolu
EPIKUROS
Kendi cenazenizi hayal edin. Nasıl olurdu sizce? Kimler gelirdi?
Ne konuşurlardı? Şu an hayal ettiklerinizi kendi bakış açınızdan düşünüyor
olmalısınız. Sanki hâlâ orada, belirli bir yerden, yukarıdan ya da yas
tutanların arasında bir iskemleden olanları izliyormuşsunuz gibi... Bazı insanlar,
bunun ciddi bir olasılık olduğunu düşünür. Ölümden sonra bu dünyada olup bitenleri
bile görebilecek bir çeşit ruh olarak fiziksel bir bedenin dışında var
olabileceğimize inanırlar. Ne var ki, ölümün son olduğuna inanan bizler için
gerçek bir sorun vardır. Orada olmadığımızı hayal etmeyi her deneyişimizde,
bunu orada olduğumuzu, biz yokken olanları izlediğimizi hayal ederek yaparız.
Kendi ölümünüzü hayal edebilseniz de edemeseniz de var
olmamaktan korkmanız çok normaldir. Kim ölümden korkmaz ki? Eğer
endişeleneceğimiz bir şey varsa kesinlikle bu odur. Yıllar sonra bile olacak
olsa, bu dünyada olmamak insanı korkutur. Bu içgüdüsel bir duygudur. Bu konuya
kafa yormayan insan yoktur belki de.
Eski Yunan filozofu Epikuros (İ.Ö. 341-270), ölüm korkusunun
zaman kaybı olduğunu ve yanlış bir mantığa dayandığını savundu. Aşılması
gereken bir ruh haliydi bu. Sağlıklı düşünürseniz, ölüm hiç de korkulacak bir
şey değildir. Doğru bir şekilde düşünecek olursanız, burada geçirdiğiniz zamandan
daha çok keyif alırsınız ki Epikuros için bu son derece önemliydi. Ona göre
felsefenin amacı, daha iyi bir hayata sahip olmak ve mutluluğa ulaşmaktı. Bazı
kişiler kendi ölümleri üzerine düşünmenin korkunç olduğuna inanır ancak bu,
yaşamayı daha yoğun kılmanın bir yoludur.
Epikuros, Ege Denizi'nde bir Yunan adası olan Sisam'da
doğdu. Hayatının çoğunu, neredeyse bir idol haline geldiği Atina'da geçirdi,
bir grup öğrenciyi çevresine topladı ve onlarla komün hayatı yaşadı. Gruba
kadınlar ve köleler de dahildi. Bu eski Atina'da oldukça nadir görülen bir
durum olduğu için haliyle ona neredeyse tapan takipçileri dışında fazla seveni
yoktu. Bahçeli bir evde eğitim veren bu felsefe okulu, Bahçe olarak tanınıp
bilindi.
Birçok eski filozof (ve Peter Singer gibi kimi modern
filozoflar, bkz. 40. Bölüm) gibi Epikuros da felsefenin pratik olması
gerektiğine inanıyordu. İnsanın yaşamını değiştirmeliydi. Dolayısıyla Bahçe'de
ona katılanların felsefeyi sadece öğrenmektense pratiğe dökmeleri önemliydi.
Epikuros'a göre hayatın anahtarı, hepimizin aradığı şeyin
haz olduğunu fark etmektir. Daha da önemlisi, mümkün olduğunca acıdan
kaçınmamızdır. Bizi harekete geçiren budur. Yaşamınızdan acıyı çıkarmak ve
mutluluğu artırmak yaşamı daha iyiye götürecektir. O zaman yaşamanın en iyi
yolu şuydu: Sade bir yaşam tarzı benimsemek, etrafınızdakilere nazik olmak ve
dostlarınızın çevrenizde olması. Bu şekilde arzularınızın çoğunu tatmin
edebilirdiniz. Elde edemeyeceğiniz bir şeyi de isteyip durmazdınız. Bir konak
alacak paranız yoksa, konak sahibi olmak için umutsuz bir dürtü duymanın da
yararı yoktur. Bütün hayatınızı, muhtemelen ulaşamayacağınız bir şeyi elde
etmeye çalışarak harcamayın. Sade bir şekilde yaşamak çok daha iyidir.
Arzularınız basitse, onları tatmin etmek kolaylaşır ve ilgilendiğiniz şeylerden
keyif almak için zamanınız ve enerjiniz olur. Bu Epikuros'un mutluluk
tarifidir, çok da mantıklıdır.
Bu öğreti bir tür terapiydi. Epikuros'un amacı,
öğrencilerinin zihinsel acısını dindirmek ve geçmişteki hazları hatırlayarak
fiziksel acıya nasıl dayanılabileceğini ortaya koymaktı. Bu hazlar o anda
keyiflidir, fakat daha sonra hatırlandıklarında da keyif verirler; dolayısıyla
bize uzun süreli yararları olabilir. Ölüm döşeğinde epey rahatsız bir haldeyken
bir arkadaşına yazdığı mektupta eski sohbetlerinden aldığı keyfi hatırlayarak
hastalığının verdiği acıları nasıl unuttuğunu anlatıyordu.
Bu, günümüzde "Epikurosçu" sözcüğünün taşıdığı
anlamdan tamamen farklıdır, hatta neredeyse zıttıdır. "Epikurosçu"
diye adlandırdığımız kişi, iyi yemekler yemekten zevk alan, lüksün ve tensel
hazların tadını çıkaran biridir. Epikuros'un zevkleri bu tanımın akla getirdiklerinden
çok daha basitti. Ilımlı olmak gerektiğini öğretiyordu: Açgözlü iştahlara teslim
olmak gitgide daha fazla arzu doğurur, sonuçta da doyumsuz bir özlemin acısını
getirir. Hep daha fazlasını isteyen bu tür bir hayat tarzından kaçınılmalıdır.
Epikuros ve takipçileri, egzotik yemeklerdense ekmek ve suyla karınlarını
doyururlardı. Pahalı bir şarap içmeye başladığınızda bir süre sonra daha pahalısını
içmeyi ister ve sahip olamayacağınız şeylere arzu duyma tuzağına düşerdiniz.
Buna rağmen düşmanları, "Bahçe" komününde Epikurosçuların, bitmeyen
bir alem içinde, yiyip içip sevişerek zaman geçirdiklerini ileri sürdüler.
Epikurosçuluğun günümüzdeki anlamı da buradan gelir. Epikuros'un takipçileri gerçekten
böyle yaptıysa, liderlerinin öğretisine tamamen ters düşmüşlerdir. Ancak bunlar
muhtemelen kötü niyetli dedikodulardı sadece.
Epikuros'un yazmaya epeyi zaman harcadığını biliyoruz ama.
Üretken biriydi. Papirüs tomarlarına üç yüz kadar kitap yazdığı kayıtlara
geçmiştir ancak bunların hiçbiri günümüze kalmamıştır. Onunla ilgili
bildiklerimizin çoğu, takipçilerinin kaleme aldığı notlara dayanır. Onun
kitaplarını ezberlemekle kalmayıp, aynı zamanda öğretisini yazıya da döktüler.
Vezüv Yanardağı patladığında, Pompeii'nin yakınındaki Herculaneum'a yağan
volkanik külde korunmuş bazı tomarlar günümüze kalabildi. Epikuros'un öğretisi
hakkında diğer bir önemli bilgi kaynağı da Romalı filozof-şair Lucretius'un
yazdığı Şeylerin Doğasına Dair adlı uzun şiirdir. Epikuros'un ölümünden iki yüz
yıl sonra yazılan bu şiir, onun okulunun temel öğretisini özetler.
Epikuros'un sorduğu soruya geri dönelim: Neden ölümden
korkmamalıyız? İlk cevap, onu deneyimleyemeyecek olmamızdır. Ölümünüz, sizin
başınıza gelmiş bir şey olmayacak. Ölüm gerçekleştiğinde, siz orada
olmayacaksınız. Yirminci yüzyıl filozofu Ludwig Wittgenstein, Tractatus
Logico-Philosophicus adlı eserinde bu görüşü, "ölüm, hayattaki bir olay
değildir" diye yazarak hatırlatır. Buradaki düşünce, olayların
deneyimlediğimiz şeyler olmasıdır. Oysa ölüm deneyim olanağını ortadan
kaldırır, bilincinde olabileceğimiz ve bir şekilde yaşayabileceğimiz bir şey
değildir.
Epikuros, kendi ölümümüzü hayal ettiğimizde, ölü bedene ne
olursa olsun hissetmeye devam edecek bir parçamızın geride kalacağını düşünme
hatası yaptığımızı söyler. Ancak bu, ne olduğumuza dair yanlış bir anlamadır.
Belirli bir bedene, et ve kemiğe bağlıyız. Epikuros atomlardan (her ne kadar
atomlarla kastettiği modern bilim insanlarının kastettiğinden bir parça farklı
olsa da), oluştuğumuzu düşünür. Bir kez bu atomlar ölümle birbirinden ayrıldığında,
artık bilince sahip bireyler olarak var olmayız. Eğer biri bu parçaları daha
sonra tekrar dikkatli bir şekilde bir araya getirebilse ve yeniden yapılmış bu
bedene hayat üfleyebilse bile, benimle ilgisi olmazdı. Bana benzer görünse de
yaşayan yeni beden, ben olmazdım. Onun acılarını hissedemezdim, çünkü bir kez
bedenin işleyişi durduğunda onu hiçbir şey hayata geri döndüremez, özdeşlik
zinciri kırılmış olurdu.
Epikuros'un, müritlerinin ölüm korkusuna çare olacağını
düşündüğü diğer bir yol da gelecek hakkında hissettiklerimizle geçmiş hakkında
hissettiklerimiz arasındaki farka işaret etmekti. Biz bu iki zamandan sadece
birini önemseriz. Doğumunuzdan önceki zamanı düşünün. Var olmadığınız dönemi.
Annenizin karnında geçirdiğiniz haftaları, hatta annebabanız için sadece bir
ihtimal olduğunuz gebelik öncesi zamanı değil sadece, dünyaya gelmeden önceki
trilyonlarca yılı... Doğumumuzdan önceki onca bin yıl boyunca var olmamakla
ilgili endişemiz yoktur. Niye biri var olmadığı tüm o zamanı önemsesin ki?
Fakat bu doğruysa, o zaman ölümden sonra var olmayacağımız tüm o sonsuz zamanı
neden bu kadar çok düşünüyoruz ki? Düşünme şekillerimiz asimetriktir. Nedense
doğumdan önceki dönemle ilgili değil de, ölümden sonraki dönemle ilgili
endişelenmeye yatkınız. Epikuros bunun bir hata olduğunu düşünüyordu. Bunu
gördüğünüzde ise ölümünüzden sonraki zamanı, doğumunuzdan önceki zamanla aynı şekilde
düşünmeye başlarsınız. O zaman ölüm de büyük bir endişe olmaktan çıkar.
Bazı insanlar ölümden sonraki hayatlarında
cezalandırılacaklarından kaygılanırlar. Epikuros bu kaygıyı da önemsemez.
Tanrılar, yarattıklarıyla gerçekten ilgilenmez, der kendinden emin bir şekilde.
Onlar bizden ayrı olarak var olurlar, dünyaya karışmazlar. Dolayısıyla bu
konuda endişelenmenize gerek yok. Bütün bu argümanların birleşimi derdinize
deva olacaktır. İşe yaraması durumunda gelecekte var olmamanız konusunda kendinizi
daha rahat hissetmelisiniz. Epikuros bütün felsefesini mezar taşındaki yazıda özetlemiştir:
Ben varsam, ölüm yok;
ölüm varsa, ben yokum
Eğer sadece maddeden oluşan fiziksel varlıklar olduğumuza ve
ölümden sonra ciddi bir ceza tehlikesi olmadığına inanıyorsanız, bu durumda
Epikuros'un akıl yürütmesi öldükten sonra korkacak hiçbir şey olmadığına sizi
pekâlâ ikna edebilir. Sıklıkla ıstıraplı ve kesinlikle kaçınılmaz olduğundan
dolayı, ölüm süreci sizi yine de kaygılandırabilir. Ölümün kendisinden korkmak
mantıksız olsa da bu gerçektir. Epikuros'un iyi hatıraların acıyı azaltabileceğine
inandığını hatırlayın, dolayısıyla bunun için bile bir cevabı vardı. Ancak bir bedende
bir ruh olduğunuzu ve ruhun bedenin ölümünden sonra da yaşayacağını düşünüyorsanız,
Epikuros'un çözümü size uymayacaktır: Kalbiniz atmayı bıraktıktan sonra bile,
var olmaya devam etmeyi hayal edebileceksiniz.
Felsefeyi bir tür terapi olarak düşünenler yalnızca
Epikurosçular değildi; çoğu Yunan ve Romalı filozof da böyle düşünmüştü.
Özellikle Stoacılar, talihsiz olaylar karşısında psikolojik olarak nasıl sağlam
durulabileceği konusundaki dersleriyle ünlendiler.
Nigel Warburton - Felsefenin Kısa Tarihi
Bir sonraki bölüm hazırlandığında linki burada olacaktır.
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.